Hekimin Hastasının Rızasını Alma Yükümlülüğü (II)
Av. Canset YILDIZ
... (Devam)
II. Aydınlatılmış Onamın Geçerliliğine İlişkin Önemli Konular
Tıbbi müdahalenin bilgilendirilmiş onama dayalı olması hukuka uygunluk şartıdır. Diğer Hukuka uygunluk şartları ise tıbbi müdahalenin hekim veya diğer sağlık çalışanı kişiler tarafından icra edilmesi, müdahalenin endikasyona dayalı olması (keyfilik içermemesi), müdahalenin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve standartlarına uygun olarak icra edilmesidir.
a. Aydınlatmanın Hekim veya Yetkilendirdiği Kişi Tarafından Makul süre Öncesinde Yapılması
Aydınlatma yükümlülüğü hastanın tedavisini üstlenen hekime aittir. Bununla birlikte Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 18. Maddesinin 2. Fıkrasında yer alan düzenleme, hekime, zorunlu hallerde aydınlatma yükümlülüğünü başka bir hekime veya sağlık meslek mensubuna devredebilme imkânı tanımaktadır.
Hekimin bilgilendirme konusunda diğer meslek mensupları ile dikey iş birliği geliştirmesi durumunda müdahaleyi yapacak kişi, bilgilendirme görevini üstlenen kişinin kurallarına uygun şekilde gerekli aydınlatmayı yaparak rızasını aldığına güvenerek hareket edebilir. Ancak, görevi üstlenen kişi aydınlatmayı gerektiği şekilde yapmamış olabilir. Bu durumda müdahaleyi uygulayacak kişi, aydınlatılmış rızanın varlığı konusunda hataya düşmekte ve eğer bu hatası kaçınılmaz ise TCK md.30/3 gereği hatasından yararlanacak ve gerçekte rıza bulunmasa ya da geçersiz bir rıza olsa dahi bu durumdan dolayı cezalandırılmayacaktır(Ali Kemal Yıldız, Tıp Hukukunda Güven İlkesi, VII. Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, 16-17.04.2010’dan aktaran, Dr. Yakup Gökhan Doğramacı, Tıbbi Uygulamalarda Ekip İşbirliği ve Güven İlkesi, Legal Yay. Eylül 2016, Sy 127). Açıkçası, aydınlatmanın hekim dışındaki sağlık meslek mensubu tarafından icra edilmesi, aydınlatılmış rızanın varlığı konusunda hataya düşülmesi riskinden çok aydınlatmanın kapsamının yeterliliği konusunda hataya düşme olasılığı dâhilinde değerlendirilmelidir. Hekim olmayan bir sağlık meslek mensubunun bilgilendirmeye esas aldığı onam formunda yazmayıp -ve bu nedenle hastaya aktarılmamış- bir komplikasyonun ya da alternatif tedavinin esas alınarak hak iddiasında bulunulması halinde hekimin bu yükümlülüğü devrettiğinden bahisle sorumluluktan kurtulması mümkün gözükmemektedir. Ancak konsültasyon halinde uygulanacak ek girişim ve tedaviler yönünden ast üst ilişkisine benzer yapıdaki dikey işbirliği ilkesi yerine yatay iş birliği ilkesi uygulanmakta olduğundan konsültasyona konu işlemler yönünden bilgilendirme yükümlülüğünün konsültasyon veren hekimde kaldığı değerlendirilmektedir(Hasan Tahsin Gökcan, Tıbbi Müdahaleden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, Seçkin Yay. 3. Baskı Sy. 321’den aktaran, Ahmet Er, Ömür Topaç, Serap Kaygusuz, Tıbbi Müdahaleden Kaynaklanan Hukuki, Cezai ve İdari Sorumluluk, Adalet Yay. 2021 Sy. 407).
Burada özellikle belirtmek gerektir ki, tedavi sürecinde iş bölümü ilişkisi içerisinde birbirinden farklı alanlarda birden çok tıbbi girişimi icra edecek hekim veya sağlık mesleği mensubunun yapacağı girişim konusunda hastayı bilgilendirmesi gerekir. Ameliyat öncesi, yapılacak ameliyatı gerçekleştirecek olan sorumlu hekimin bilgilendirme yükümlülüğü bulunduğu gibi, aynı ameliyatta anestezi uzman hekiminin de anestezi konusunda hastayı bilgilendirme yükümlülüğü bulunmaktadır(Ahmet Er, Ömür Topaç, Serap Kaygusuz, a.g.e., Sy. 281).
Aydınlatmanın zamanına ilişkin olarak ise mevzuatımızda bir hüküm bulunmamaktadır. Acil durumlar dışında, tıbbi müdahale öncesi hastanın aydınlatılmasının, müdahaleye rıza gösterip göstermeme konusunda sağlıklı karar vermesine yetecek genişlikte olması gerekir. Aydınlatma zamanı belirlenirken, hastaya sağlıklı olarak düşünebilme ve karar alabilme olanağı tanınmalıdır. Zira Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 18/5 fıkrasına göre, acil durumlar dışında bilgilendirme hastaya makul süre tanınarak yapılır(Ahmet Er, Ömür Topaç, Serap Kaygusuz, a.g.e., Sy. 273).
b. Aydınlatmanın İçermesi Gereken Unsurlar
Hastanın ne yönlerden aydınlatılması gerektiği, Yönetmeliğin 15. maddesinde sayma yoluyla belirtilmiştir. Bu yönlerden eksik bir aydınlatma faaliyeti, somut olaya göre geçersiz kabul edilebilir. Yönetmeliğin 18. maddesinde ise aydınlatma faaliyetinin diğer detaylarına ilişkin şu hükme yer verilmiştir: “Bilgi, mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde verilir. Hastanın kendisinin bilgilendirilmesi esastır. Hastanın kendisi yerine bir başkasının bilgilendirilmesini talep etmesi halinde, bu talep kişinin imzası ile yazılı olarak kayıt altına alınmak kaydıyla sadece bilgilendirilmesi istenilen kişilere bilgi verilir. Hasta, aynı şikâyeti ile ilgili olarak bir başka hekimden de sağlık durumu hakkında ikinci bir görüş almayı talep edebilir. Acil durumlar dışında, bilgilendirme hastaya makul süre tanınarak yapılır. Bilgilendirme uygun ortamda ve hastanın mahremiyeti korunarak yapılır.”
Kendisine bilgi verilecek hastanın temyiz kudretine sahip olması gerekir, değilse bilgilendirme kanuni temsilciye yapılmalıdır.
Aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı hususunda bir mevzuat yoksa da öncelikle daha kapsayıcı olması ve hastanın durumunu dikkate almak bakımından sözlü olarak yapılması; ispat kolaylığı bakımından yazılı olarak yapılması gerekliliği savunulmuştur(Gültezer Hatırnaz, “Özel Hastanelerin Hasta Hakları İhlallerinden Sorumluluğu”, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006, Sy 38) Hasta Hakları Yönetmeliği ve diğer ilgili kanunlarında yazılılık şartı olmadığı sürece, (Yönetmelik md. 28) hukukun onayladığı bir aydınlatma faaliyetinin sözlü yapıldığının ispat edilmesi durumunda hekim ve hastane, aydınlatma yükümlülüğünü sırf sözlü olduğundan bahisle eksik ifa etmiş sayılmayacaktır.
Aydınlatma tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğunun ön koşulu olsa da hekim belirli şartların varlığı halinde bu yükümlülüğü esnetebilir veya tamamen yahut kısmen yerine getirmekten kaçınabilir. Yönetmeliğin 19. maddesi hastanın manevi yapısı üzerinde fena tesir yapmak suretiyle hastalığın artması ihtimalinin bulunması ve hastalığın seyrinin ve sonucunun vahim görülmesi halinde teşhisin saklanması ve bu konularda hasta yahut yakınlarına bilgi verilmemesi yönünde hekime takdir hakkı tanımıştır. Elbette hekim bu yöndeki takdir hakkını tamamen objektif sebeplere dayalı olarak ve sadece hasta yararına olmak üzere kullanabilir.
Benzer şekilde, birbirinin devamı niteliğindeki tıbbi işlemler için ayrı ayrı aydınlatma ve onam gerekmez. Hastanın aydınlatmayı reddettiği, bilgi verilmemesini istediği hallerde de hekimin aydınlatma yükümlülüğü azalır yahut tamamen kalkar.
Tıbbi girişim öncesi hastanın aydınlatılmış onamının bulunması hekim faaliyetini hukuka uygun hale getirir. Bu halde hekim ve hastane sağlık özel hukuku anlamında hukuka uygun davranmış sayılmak yanında, ceza hukuku anlamında ise bir hakkın kullanılmasına ilişkin yetki ve meşruiyetten yararlanır. Türk Ceza Kanunu’nun İlgilinin Rızası başlıklı 26. maddesinde yer alan; “(1) Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez. (2) Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” hükmü, hekim faaliyetinin ceza hukuku anlamındaki meşruiyetine dayanak teşkil eder. Bu hüküm yaşam hakkı ve beden bütünlüğü hakkından feragat edilemezlik ilkesi ile birlikte değerlendirildiğinde, Yönetmeliğin md.24/7. maddesinde hayati tehlike ile organ / fonksiyon kaybı ihtimalinde izlenecek yol hükme bağlanmıştır: “Hastanın rızasının alınamadığı hayati tehlikesinin bulunduğu ve bilincinin kapalı olduğu acil durumlar ile hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açacak durumun varlığı halinde, hastaya tıbbi müdahalede bulunmak rızaya bağlı değildir. Bu durumda hastaya gerekli tıbbi müdahale yapılarak durum kayıt altına alınır. Ancak bu durumda, mümkünse hastanın orada bulunan yakını veya kanuni temsilcisi; mümkün olmadığı takdirde de tıbbi müdahale sonrasında hastanın yakını veya kanuni temsilcisi bilgilendirilir. Ancak hastanın bilinci açıldıktan sonraki tıbbi müdahaleler için hastanın yeterliği ve ifade edebilme gücüne bağlı olarak rıza işlemlerine başvurulur.”
Acil halde gerçekleştirilen tıbbi müdahaleler hukuki dayanağını ayrıca Türk Borçlar Kanunu’nun vekaletsiz iş görmeyi düzenleyen hükümlerinden alır. Kanun’un ilgili 526. maddesi, “Vekâleti olmaksızın başkasının hesabına iş gören, o işi sahibinin menfaatine ve varsayılan iradesine uygun olarak görmekle yükümlüdür.” hükmü ile temel edimsel yükümlülüklerin belirlenmiş olduğunu, devam eden 527. maddeyle de ihmal ve beklenmedik hale ilişkin kurallar ile hekim faaliyetine uygulanan esasların aynı olduğunu tespit etmek güç değildir. Bu hükümlerde geçen “varsayılan irade”, “menfaat” gibi kavramlar tıbbi girişimin ön koşulu olan rıza unsurunun ve rıza yorumunun dinamiklerine ilişkin olarak aynıyla uygulanabilecektir.
Hastanın aydınlatılmış rızasını alma yükümlülüğünün esas olarak hangi süjenin sorumluluğunda olduğu da tespit edilmesi gereken bir durumdur. Özel hastanenin organizasyonu dahilinde gerçekleşen tüm tanı ve tedavi süreçleri yönünden sorumlu olması, organizasyonel yükümlülükleri kapsamında tıbbi girişimlerin hukuka uygunluğunu temin edecek önlemleri alması, aldırması, ilgililere gerekli eğitimleri vermesi, yaptırım uygulaması gibi borçları olduğuna kuşku yoktur. Öte yandan, tıbbi girişimi doğrudan takdir edip uygulayacak kişinin hekim olması, hastanın sağlık durumuna, seçilen tedavinin özelliklerine ve seçilme nedenleri ile hastanın kişilik özelliklerine vakıf olabilecek pozisyondaki süje olarak hekim, en uygun bilgilendirmeyi değerlendirebilecek konumdadır. Her iki husus birlikte ele alındığında hastanın aydınlatılmış rızasının alınmasından hekim ve hastanenin birlikte sorumlu olduğuna kuşku yoktur. Hatta, Özel Hastaneler Yönetmeliği Ek Madde 5/1-ı bendine yapılan ek ibarelerden anlaşıldığı üzere aydınlatılmış rızaya ilişkin organizasyonel yükümlülüğün Mesul Müdür üzerinden gerçekleştirilmesi gerektiği de tespit edilebilir durumdadır. Maddeye göre; “ı) (Değişik:RG-7/1/2023-32066) Muayenehanesi bulunan hekimler, 1219 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince hizmet bedeli hasta tarafından karşılanmak ve Sosyal Güvenlik Kurumundan talep edilmemek kaydıyla, muayenehanesine müracaat eden hastalarının tedavisini yıllık sözleşme yapmak suretiyle ilgili branşta ruhsatı bulunan özel hastanelerde yapabilir. ... Bu durumdaki hastalar, hastanedeki tedavi masraflarının kendileri tarafından karşılanacağı hususu ile tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında muayenehanede bilgilendirilir ve hastanın bilgileri tedavi olacağı özel hastaneye, Muayene Bilgi Yönetim Sistemi (MBYS) üzerinden Bakanlıkça belirlenen form ile gönderilir. Özel hastanede gerçekleştirilecek ayakta veya yatarak tedavi öncesi muayenehane hastalarına ilişkin bilgilendirilmiş rıza formu hasta veya kanuni temsilcisi, muayenehane hekimi, özel hastanenin ilgili birim sorumlusu ve mesul müdür tarafından imzalanır. ...”
Aynı maddede hastaların tedavi masraflarının da kendileri tarafından karşılanacağı konusunda bilgilendirilmiş olması aranmaktadır. Bu halde bilgilendirilmiş rızanın kapsamını sadece uygulanacak tedavi ve girişimle sınırlamak da yeterli bir yaklaşım olmaz. Gerek özel hastanelerin tahsil edebileceği ücretlere ilişkin Sağlık Uygulama Tebliği ve benzeri ikincil mevzuat hükümleri gerekse temel borç ilişkilerine uygulanacak ilkeler itibariyle; hastanın ödeyeceği ücretlere ilişkin zamanında(öncesinde) ve yeterince bilgilendirilmesi, bu bilgilendirmenin ve hastanın rızasının uygun kayıtlarla ortaya konması sürecin hukuki güvenliğini ve tüm işlemlerin geçerliliği/hukuka uygunluğunu temin etmek için elzemdir.
Netice olarak ana hatları ile mevzuat ve hukuk yanında somut olay özelliklerine uygun bir aydınlatma sürecini takip eden standarda uygun tıbbi girişimler, istenmeyen sonuçlar gerçekleşse dahi “izin verilen risk alanı” da mütalaa olunarak hukuken korunur.
c. Onamın Yazılı Olması Gereken Haller
Mevzuatımızda hekimin hastaya yapacağı bilgilendirmenin ve hastanın tıbbi ameliyeye rızasının yazılı veya sözlü olabileceği kabul edilmiştir. Aydınlatmanın şekliyle alakalı yasal bir düzenleme bulunmayıp, aydınlatmanın yazılı yapılması ispat açısından hekime kolaylık sağlamaktadır(Oral Tuğçe, “Hekimin Aydınlatma ve Hastanın Rızasını Alma Yükümü”, Ankara Ba¬rosu Dergisi, s.193’den aktaran; Erçeltik Erman, “Özel Sağlık Kurum ve Kuruluşlarının Tıbbi Müdahaleden Doğan Sorumlulukları”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk ABD, İzmir, 201, s.71’den,; Gökcan Hasan Tahsin, Tıbbi Müdahaleden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, 2.Baskı, Ankara, 2014,s.199’dan aktaran; Munise Gülen KURT, Tıbbi Müdahalelerde Aydınlatılmış Onam, TBB Dergisi 2020 (146)). Ancak yazılı formların kesin belge niteliğine sahip olmayıp, hâkimin takdir yetkisi çerçevesinde değerlendirildiği göz önüne alındığında; bu formlar tek başına hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispatlamaya yetmeyecektir(Erçeltik,a.g.m. s.71’den aktaran, Munise Gülen KURT, a.g.m.).
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin Rıza Olmaksızın Tıbbi Ameliyeye Tabi Tutulmama başlıklı 22. Maddesi; “Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.” demektedir. Aynı Yönetmeliğin 24. Maddesinin ilk cümlesi, “Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir.” hükmünü içerir. Bu halde mevzuatça saklı tutulan haller dışındaki tüm tıbbi işlemlerde rızanın gerektiğine ve tıbbi ameliyenin rıza kapsamına kalması gerektiğine kuşku yoktur.
Yönetmelik tıbbi müdahaleyi (ameliyeyi); “Tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından uygulanan, sağlığı koruma, hastalıkların teşhis ve tedavisi için ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak tıbbın sınırları içinde gerçekleştirilen fizikî ve ruhî girişim” olarak tanımlamıştır. Tanıma göre tıbbi girişimi “hukuka aykırı fiil”den ayıran, mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olmasıdır.
Aynı Yönetmeliğin Rızanın Şekli ve Geçerliliği başlıklı 28. Maddesi; “Mevzuatın öngördüğü istisnalar dışında, rıza herhangi bir şekle bağlı değildir.” Bu maddenin bahsettiği “mevzuatın öngördüğü istisnalar” ise aşağıdaki gibidir:
Tedaviyi Reddetme ve Durdurma başlıklı 25. Maddesi; “Kanunen zorunlu olan haller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere; hasta kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahiptir. Bu halde, tedavinin uygulanmamasından doğacak sonuçların hastaya veya kanuni temsilcilerine veyahut yakınlarına anlatılması ve bunu gösteren yazılı belge alınması gerekir.” hükmünü havidir.
Organ ve Doku Alınmasında Rıza başlıklı 29. Maddesinde; “18 yaşından küçük ve mümeyyiz olmayanlardan organ ve doku alınamaz. Bu şartları tamam olanlardan teşhis, tedavi ve bilimsel amaçlar ile organ veya doku alınması, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun'un 6 ncı maddesinde öngörülen yazılı şekil şartına tabidir. Ölüden organ ve doku alınma şartı ve cesetlerin bilimsel araştırma için muhafazası hususunda 2238 sayılı Kanun'un 14 üncü maddesi hükümleri saklıdır.” hükmü yer alır.
Yönetmeliğin Tıbbi Araştırmalar başlıklı altıncı bölümünün; Rıza Alınmasının Usülü ve Şekli başlıklı 34. Maddesine göre, “Tıbbi araştırma hakkında yeterince bilgilendirilmiş olan gönüllünün rızasının maddi veya manevi hiçbir baskı altında olmaksızın, tamamen serbest iradesine dayanılarak alınmasına azami ihtimam gösterilir. Tıbbi araştırmalarda rıza yazılı şekil şartına tabidir.”
Yönetmeliğin Rıza Formu başlıklı 26. Madde içeriğinde; “… Acil durumlarda tıbbi müdahalenin hasta tarafından kabul edilmemesi durumunda, bu beyan imzalı olarak alınır, imzadan imtina etmesi halinde durum tutanak altına alınır. Rıza formu bilgilendirmeyi yapan ve tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından imzalanır. …” denmiştir. Hastadan alınacak rızanın geçerliliğine ve şekline ilişkin mevzuat düzenlemeleri burada sayılanlar ile sınırlıdır.
İstisna hükümlerden çıkan sonuca göre bu niteliklerde bir girişim olmaması halinde onamın yazılı alınması şartı bulunmamaktadır. Ancak yargısal kabulde onam alındığının ispatındaki olağan güçlük sebebiyle yazılı onamın bütün tıbbi işlemlerde aranması yönünde yaygın bir uygulama vardır. Bu yargısal tavır hekim yükümlülükleri kapsamında mevzuat ile içtihat arasında çelişki arz etmektedir.
d. Onam Alınması Gerekli Olmayan Haller (Varsayılan Rıza)
Varsayılan rıza, hastanın iradesini açıklayacak durumda olmadığı hallerde, tıbbi müdahaleyi icra eden hekim veya diğer sağlık meslek mensubu tarafından hastanın rızasının varsayılabilme imkânının bulunduğu durumları içermektedir. Varsayılan rıza, ilgilinin rızasının zamanında alınamadığı, ancak ilgili kişiye sorulsa idi, rıza göstereceğinin kabul edilebileceği durumlarda söz konusu olmaktadır(Prof. Dr. Mahmut Koca, Prof. Dr. İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay. 9. Baskı Sy 287’den aktaran, Ahmet Er, Ömür Topaç, Serap Kaygusuz, a.g.e., Sy 329 vd.). Varsayılan rızanın geçerli olabilmesi için ilgilinin rızasının önceden alınmasının imkânsız olması, ilgilinin hakkına yönelik müdahalenin onun varsayılan iradesine uygun olması ve müdahalede bulunulan hak üzerinde ilgilinin tasarruf yetkisinin bulunması koşulları birlikte gerçekleşmelidir(Öztürk/Erdem kn.261; Ekici Şahin, s.242 vd. dan ve Prof. Dr. Mahmut Koca, Prof. Dr. İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay. 9. Baskı Sy 287’den aktaran, Ahmet Er, Ömür Topaç, Serap Kaygusuz, a.g.e., Sy 329 vd).
Bilgilendirilmiş rızaya dayalı tıbbi müdahale yönünden Yönetmeliğin 24/5 maddesinde; “Tıbbi müdahale sırasında isteğini açıklayabilecek durumda bulunmayan bir hastanın, tıbbî müdahale ile ilgili olarak önceden açıklamış olduğu istekleri göz önüne alınır.” Bu madde ile, hekimin hem tıbben birbiri ile ilişkili ve gerekli hem de hastanın geçerli rızası itibariyle bütünlük teşkil eden işlemler yönünden rızanın ayrıca ve açıkça aranmayacağı hususu açıkça ifade edilerek, hekim faaliyetlerinde izin verilen risk alanının tıbbi takdire ve hastanın anlaşılan rızasına göre genişletildiği anlaşılmaktadır. Bu halde hekimin takdir ve yorumu sınırlı ve tıbbi zorunluluklar dâhilindedir. Bunun ötesine geçerek ve tıbben zorunluluk teşkil etmediği halde hasta yerine karar almanın hukuken korunmama riski vardır.
Yönetmeliğin, Rızanın Kapsamı ve Aranmayacağı Haller başlıklı 31. Maddesi; “(Başlığı ile birlikte değişik: RG-8/5/2014-28994) Rıza alınırken hastanın veya kanuni temsilcisinin tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın verdiği rıza, tıbbi müdahalenin gerektirdiği sürecin devamı olan ve zorunlu sayılabilecek rutin işlemleri de kapsar. Tıbbi müdahale, hasta tarafından verilen rızanın sınırları içerisinde olması gerekir. Hastaya tıbbi müdahalede bulunulurken yapılan işlemin genişletilmesi gereği doğduğunda müdahale genişletilmediği takdirde hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açabilecek tıbbi zaruret hâlinde rıza aranmaksızın tıbbi müdahale genişletilebilir.” Bu madde de birbirinin devamı niteliğindeki tıbbi işlemler için ayrı ayrı rıza almaya gerek olmadığı, bütün teşkil eden tıbbi işlemler için tek bir rızanın yeterli olduğu hususunu vurgulamıştır.
Yönetmeliğin 24/7 maddesi ise hastanın bir organ veya dokusunu kaybetme riski ile karşı karşıya olduğu durumlara ilişkin olarak bilgilendirmenin kapsam ve usulünü hükme bağlamıştır. Buna göre; “Hastanın rızasının alınamadığı hayati tehlikesinin bulunduğu ve bilincinin kapalı olduğu acil durumlar ile hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açacak durumun varlığı halinde, hastaya tıbbi müdahalede bulunmak rızaya bağlı değildir. Bu durumda hastaya gerekli tıbbi müdahale yapılarak durum kayıt altına alınır. Ancak bu durumda, mümkünse hastanın orada bulunan yakını veya kanuni temsilcisi; mümkün olmadığı takdirde de tıbbi müdahale sonrasında hastanın yakını veya kanuni temsilcisi bilgilendirilir.” Madde ifadesi bilgilendirme ve onamı neredeyse zorunlu tutmamış, hasta yakını veya temsilcisine yapılacak bilgilendirmeyi ‘mümkünse’ ibaresi ile düzenlemiştir. Bu madde yönünden hekimin bilgilendirme yükümlülüğünün işlem sonrası niteliği dikkat çekicidir.