Av. Canset YILDIZ
(...Devam)
III.
Onam Yükümlülüğüne
Aykırılığın Hukuki Sonuçları
a. Cezai Sonuçlar
Vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığı hakkı kişinin doğumundan ölümüne
kadar geçecek süre içerisinde, vücut bütünlüğüne yönelik olarak bir başkasının
ve hatta kendisinin gerçekleştireceği saldırılardan korunmasını esas alır(Zafer Kahraman, “Medeni Hukuk Bakımından
Tıbbi Müdahaleye Hastanın Rızası”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
C7, S1, 2016, s.497.) Tıbbi ameliyenin kişinin beden bütünlüğü ve vücut
dokunulmazlığı ile doğrudan ilgili olduğuna kuşku yoktur.
Anayasamızın 17. maddesine göre; “Herkes yaşama, maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbî zorunluluklar ve
kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası
olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz”. Kişiliğin
korunmasını düzenleyen Türk Medeni Kanunu madde 23’e göre; “Kimse
özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlaka aykırı olarak
sınırlayamaz”.
TCK’nun
İlgilinin Rızası başlıklı 26/2. Maddesi; “Kişinin
üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere,
açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.”
demektedir. Tıbbi ameliyenin geçerli bir
onama dayalı olması gerekliliğinin ceza hukukundaki en açık kanuni dayanağı bu
maddedir.
Ceza
hukukunun konusu olan emir ve yasaklar insanın hareket kabiliyetinin dışında
olan şeyleri cezalandıramaz. Öngörülemeyen veya kaçınılamayan bir davranış bu
anlamda ne yasaklanabilir ne de cezalandırılabilir. Bu anlamda bütün zarar ve tehlikeler
ceza hukukunun konusu olamaz. (Koca/Üzülmez,
Genel Hükümler, s. 422; Artuk/Gökçen/Alşahin/Çakır, s. 378’den, Özgenç, Genel
Hükümler, s. 273; Koca/Üzülmez, Genel Hükümler, s. 211. Türk hukukunda
neticenin taksirli suçlardaki niteliği ile ilgili tartışma ve görüşler için
ayrıca bkz. Ersoy, Uğur, "Hareketin ve Neticenin Haksızlığı Kavramları
Işığında Taksirli Suçlarda Meydana Gelen Sonucun/Neticenin Hukukî Niteliği
Üzerine Bir İnceleme", CHD, Cilt: 13, Sayı: 36, Yıl: 2018, (s. 39-67)’den,
Ersoy, Haksızlık, s. 56.’dan aktaran; İlhan Bulut, Suçta Netice, Doktora Tezi,
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2020)
Tıbbi
ameliyeden kaynaklı ceza yargılamalarında taksirli suçlar yoğunluğa sahiptir.
Taksirli suç incelmesinde temel değerlendirmenin istenmeyen netice ve rıza
kapsamında şekillendiğini nazara aldığımızda, rızanın alınmasına ilişkin
yukarıdaki mevzuat hükümleri yanında taksirli eylemin unsurlarının incelenmesi
gerekmektedir. Yüksek yargı görüşümüze göre (Yargıtay Ceza Genel
Kurulu., E. 2007/275 K. 2008/49 T. 11.3.2008) taksirli
eylemin unsurları şu şekilde özetlenmiştir: “…Taksirin unsurları ise gerek öğretide gerek uygulamada; 1-Fiilin
taksirle işlenebilen bir suç olması, 2-Hareketin iradiliği, 3-Neticenin iradi
olmaması, 4-Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması 5-Dikkat ve
özen yükümlülüğüne aykırı davranılması,6-Neticenin öngörülebilmesi, şeklinde
kabul edilmiştir. …”
Türk
Ceza Hukuku doktrininde objektif
özen yükümüne aykırı bir hareket ile nedensellik bağına sahip olmayan veya
öngörülemeyen bir netice tesadüfi bir vaka olacak ve taksirli sorumluluk doğurmayacaktır(Koca/Üzülmez,
Genel Hükümler, s. 209, 211; Özgenç, Genel Hükümler, s. 273’den aktaran; İlhan
Bulut, Suçta Netice, Doktora Tezi, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2020).
Taksirli
suçlarda, gerek icrai hareketin, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve
meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış
bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan
sorumluluğuna gidilemeyecektir. (Y. CGK
E: 2011/9-110, K: 2011/123, T: 14.06.2011; Aynı yönde, Y. CGK E: 2013/814, K:
2016/92, T: 23.02.2016; Y. CGK, E: 2007/9-275, K: 2008/49, T: 11.03.2008) Bu halde hareketin objektif
özen yükümüne uygun olmaması yanında yol açtığı netice ile eylem arasındaki nedensellik bağı bulunmaması ve
neticenin öngörülebilirliği, cezalandırılmak için birlikte şartlardır. Bu
şartlardan birinin gerçekleşmemesi, ceza verilmesini engelleyecektir.
Hekimin, diğer şartlar da mevcut ise, komplikasyon
niteliğindeki sonuçlardan cezai olarak sorumlu tutulmamasının arkasındaki temel
neden öngörülemeyen neticeye neden olan eylemin cezalandırılmasının
istenememesi kuralıdır. Bu açıdan hekim kararına dayalı müdahalenin standarda
uygun olması ancak istenmeyen sonuçların gerçekleşmesi halinde hekimin taksirle
hareket ettiği söylenemeyecektir. Ancak bu koşulda hekimin cezai sorumluluğunun
doğmaması için TCK md. 26/2 anlamında rıza dışı bir girişimde bulunmamış
olduğunu, yani endikasyon şartını ve işlemin onama dayalı olduğunu ortaya
koyabilmesi şarttır.
b. Hukuki Sonuçlar
Tazminat
sorumluluğu genel olarak, hem sözleşmeden doğan borçların yerine getirilmemesi
hem de sözleşmeye dayanmayan ancak haksız fiil teşkil eden bir eylem nedeniyle
ortaya çıkacak zararların giderilmesinde görünüm kazanan zararı giderme
yükümlülüğüdür.
i. Maddi Tazminat
Maddi
zararın oluştuğu durumlarda zarar verenin maddi tazminat yükümlülüğü
oluşacaktır. Maddi zarar kişinin maruz kaldığı haksız fiil neticesinde mal
varlığındaki eksilmedir. Bu azalma malvarlığından doğrudan bir azalma
olabileceği gibi (fiili zarar), malvarlığı artması gerekirken artmaması (yoksun
kalınan kâr) şeklinde de olabilir(Doğan
Şenyüz, “Borçlar Hukuku Genel ve Özel Hükümler”, Sy 110)
Tazminatın
karşılığı ortaya çıkan zararın “eski haline getirmek” şeklinde telafi
edilebilecekse ya da haksız olarak alınan şeyin geri iadesi mümkünse “aynen
tazmin”a hükmedilecektir. Bunun dışında ortaya çıkan şeyin aynen telafisi
mümkün değilse zarar oranında parasal bir karşılığa, nakden tazminata,
hükmedilecektir.
Kusurun
derecesi temel olarak hukuka aykırı fiilin kasten ya da ihmalen işlenmesi
hallerine işaret eder. Kasten (bilerek-isteyerek) işlenen fiillerle ortaya
çıkan tazminat miktarı, ihmalen (özensizlikle, kazayla) işlenen fiillerle
ortaya çıkan miktardan daha yüksek tutulacaktır. Durumun gereği zararı ortaya
çıkaran fiilin hangi şartlar altında işlendiğiyle ilgili ayrıntıdır. Zararı
etkileyen şartlar dikkate alınarak tazminat hesaplanmalıdır. Karşı kusurdan
kastedilen ortaya çıkan zararın oluşmasında zarar görenin de kusuru olmasıdır.
Zarar görenin kusuru oranında hükmedilecek tazminattan indirim yapılacaktır.
Tazminat
yükümlüsünün durumunun bozulması durumu tazminat yükümlüsünün ekonomik
durumunun dikkate alınarak ortaya çıkacak tazminat miktarının hakkaniyete uygun
olarak dikkate alınması gereğidir. Ödenecek tazminat yükümlü açısından
karşılanması mümkün olmayan, aile düzeninin bozacak kadar büyük olması halinde
ortaya olumsuz sosyal sonuçlar çıkacaktır.
Genel
tazminat hukuku kurallarına göre zarara uğrayanın ortaya çıkacak zararı peşinen
kabullenmesi söz konusuysa tazminata hükmedilmeyebilir ya da tazminattan
indirim yapılabilir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir husus bir kimsenin
kişilik haklarından feragat edemeyeceği ilkesidir. Örneğin bir hastanın yaşam
hakkından vazgeçerek ölümüne rıza göstermesi (ötenazi) hukuk düzenince
korunmaz. Yahut hastanın hekim kusurundan kaynaklı
zararları peşinen kabul etmesi halinde zararın ortaya çıkması sebebiyle sahip
olduğu haklarını kullanamayacağı ileri sürülemez. Nitekim Türk Borçlar
Kanunu’nun Sorumsuzluk anlaşması başlıklı 115/3. Maddesine göre; “Uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak
kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa,
borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan anlaşma
kesin olarak hükümsüzdür.” Hastanın
açıklamış olduğu feragat iradesi hem
vazgeçilmez kişi haklarına ilişkin olması hem de hekimlik faaliyetinin
özellikleri itibariyle geçerli kabul edilmemektedir.
ii. Manevi Tazminat
Ekonomik
niteliği olmayan zararların (manevi zarar) karşılanması manevi tazminat
istemiyle mümkün olur. “Manevi zarar hukuka aykırı hareketten dolayı kişinin
acı, ıstırap, elem, keder duyması ve ruhen sarsılma geçirmesi şeklinde
kişiliğinin üzerinde olumsuz sonuçlarıdır. Bir kişinin bedensel bütünlüğünün
zedelenmesi, canı, ırzı, namusu, şerefi, haysiyeti gibi diğer kişilik
haklarının tecavüze uğraması halleri o kişi nezdinde manevi zarara sebebiyet
veren hallerdir.”(Doğan Şenyüz,
“Borçlar Hukuku Genel ve Özel Hükümler”, Sy 110) Manevi zarara konu olan bu
unsurların maddi karşılığının ölçülmesi mümkün olmadığından burada tazminata
karşılık gelen değer takdiri bir özellik arz eder, ödenecek parasal karşılıkla
acının giderilmesi amaçlanır.
Manevi
tazminat talep edebilmek için zarar gören hakkın kişilik haklarına ilişkin
olması, zararın manevi alanda meydana gelmesi gerekir. Manevi tazminatın
belirlenmesinde kanuni bir ölçü bulunmasa da mahkeme yukarıda saydığımız olayın
oluş biçimi, hakkaniyet, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını dikkate
alacaktır.
Malpraktis
yargılamalarında bedensel bir zarar olsa da tıbbî kusur yok ise maddi tazminata
hükmedilemeyeceği, ancak hastanın yeterince bilgilendirilmediği, hastaya
alternatif tedaviyi seçme, dolayısıyla kendi kaderini tayin hakkı verilmediği,
bu sebeplerle maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının hukuka aykırı
olarak sınırlandığı sebeplerine dayalı olarak manevi tazminata hükmedileceği
yönünde genel bir kabul vardır. Buna örnek olarak; Danıştay 15. Daire
Başkanlığı’nın 2013/8167 E., 2018/2782 K., 20.03.2018 T.’li kararında;
“Adli
Tıp Raporu’nda davacıda gelişen
arazın enjeksiyon uygulamalarının komplikasyonu olarak
kabul edilmesi ve enjeksiyonun hatalı bölgeye uygulandığına dair dosya
içeriğinde delil bulunmaması durumu karşısında, idari eylemle zarar arasında
nedensellik bağı kurulamadığından maddi tazminata hükmedilmesinin koşulları
oluşmamakla birlikte, enjeksiyon uygulamasından önce risklerin anlatılıp davacıdan yazılı
onamın alınmamış olması durumunda, yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri uyarınca davacının
aydınlatılma ve onay verme hakkının elinden
alınmış olacağı ve
yürütülen sağlık hizmetinin
gereği gibi
işletilmediği konusunda
davacıda endişe ve
üzüntüye yol
açacağından davacının manevi
tazminat talebinin, manevi tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı ilkesi de gözetilerek değerlendirilmesi gerekmektedir.”(Av. Arb. Ümit Erdem, Dr. Yakup
Gökhan Doğramacı, Yargı Kararları’nda Enjeksiyon ve Sorumluluklar, Legal Yay.
Ekim 2020, Sy 369 vd.)
şeklindeki değerlendirme ile tıbbi kusur olmasa bile tıbbi uygulamanın diğer
hukuka uygunluk şartlarına aykırılığın manevi tazminat yönünden
değerlendirilmesi gerektiği yönünde karar kurulmuştur.
Bu
bakış açısında göre tıbbi uygulama hatasının tespit edilemediği hallerde, nulla indemnitas sine culpa (kusursuz tazminat olmaz) ilkesi gereğince maddi tazminata hükmedilemeyeceği, ancak bedensel sağlığı
ile ilişkili kişi hakları itibariyle hastanın bilgilendirilme hakkının ihlali,
giderilmesi gerekli bir manevi zarar kalemi olarak değerlendirilmiştir. Bu tazminatın
takdirinde de sadece bir hakkın ihlal edildiği düşüncesinden yola çıkılarak
kişiselleştirilmemiş (somut olaya özgü muhakeme edilmemiş) tutarlarda tazminata
hükmedilmesi de hakkaniyetli değildir. Bilgilendirilme hakkının ihlalinde
hükmedilecek tazminatın takdirinde özellikle hastanın gerçekleşen sonuç
sebebiyle katlanmak zorunda kaldığı elem, acı ve ızdırabın nazara alınması
manevi tazminat kararların matbuluğun önüne geçecek değerli bir yargısal
faaliyet teşkil eder.
iii. Özel
Tazminat Halleri
Türk Borçlar Kanunu
53-56. maddeleri arasında yapılan düzenlemeyle birlikte özel durumlar
bakımından ortaya çıkacak tazmin borcuyla ilgili ayrıntılar düzenlenmiştir.
Bedensel
Zararın Tazmini; zarar gören kişinin bedeninde kısmı
ya da tamamen görememek, duyamamak, hareket edememek gibi şekilde ortaya çıkan
hasarların olması halinde tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün
azalması ve yitirilmesinden doğan kayıplar hesaplanıp tazminat miktarına dahil
edilecektir. Tedavi giderleri zarar gören kişinin tedavi olmak için sarf
ettiği, doktor, ilaç, röntgen vs. giderler ile hastane masraflarının tamamına
denk gelir. Kazanç kaybı tedavi esnasında iş göremeyen kişinin haksız fiille
zarar görmese idi kazanacağı kazançların telafi edilmesi ile ilgilidir. Çalışma
gücünün azalması veya yitirilmesinden doğan kayıplar ise kişinin ileriye dönük
bedenindeki hasardan doğan çalışma gücü kaybıdır. Örneğin bir piyanistin elinin
bir hasar alması bundan sonraki meslek hayatını da etkileyecektir, burada
çalışma gücünün azalmasından veya yitirilmesinden bahsetmek gerekir.
Ayrıca bedensel zarar
durumunda mahkeme, durumun özelliklerini dikkate alarak ortaya çıkan acı,
üzüntü, sarsıntı mesabesinde manevi tazminata hükmedebilecektir.
Ölüm
Halinde Zarar; haksız fiil teşkil eden tıbbi uygulamanın ölümle
sonuçlanması halinde kanunumuz, geride kalanlara ödenmesi gereken tazminat
miktarını maddeler halindeki masraf kalemlerinde toplamıştır. Bunlar; cenaze
giderleri, ölüm anına kadar yapılan tedavi giderleri, ölenin desteğinden yoksun
kalanların bu sebeple uğradığı kayıplardır.
Cenaze
giderleri ölünün defnedilmesi ile ilgili tüm masrafları kapsar. Ölüm derhal
meydana gelmemiş ise bu süreçte ortaya çıkan ilaç, doktor, ameliyat gibi
giderlerin hepsi ölüm anına kadar yapılan tedavi giderleri içinde
değerlendirilir. Ölenin desteğinden yoksun kalanların kaybı ölenden sürekli
destek alan yakınlarının yoksun kaldığı bu desteğin tazmin edilmesiyle
ilgilidir.
Ölüm
halinde yakınlara ödenecek manevi tazminat geride kalanların duyduğu elemin
telafisi için ödenmesi gereken tutardır.
IV. Emsal Yargı Kararları
(Bu kararların derlenmesinde
lexpera.com.tr adresinden yararlanılmıştır.)
Hekimlik uygulamalarından kaynaklı maddi ve manevi tazminat
istemli tazminat davalarında mahkemeler, bedensel zarar veya ölüm halinde
yukarıda bahsedilen zarar kalemleri yönünden tazminata hükmedebilmektedir. Bu
açıdan hangi hallerde bilgilendirmenin yapılmış sayılacağı, hangi hallerde
yapılmamış sayılacağı mevzuat hükümlerimiz yanında somut olay özelliklerine
göre belirlenebilecektir. Bu çerçevede aşağıya alıntılamış olduğumuz bir kısım
yargı kararları konuya hâkim olan yargısal bakış açısını değerlendirmek için
kıymetli görülmüştür.
Yargıtay 13. HD., E.
2013/30822 K. 2014/10772 T. 9.4.2014;
(Komplikasyonların
net şekilde belirtilmesi, bilirkişi raporlarının denetime elverişli ve yeterli
olması gerekliliği)
“Sağlıkla ilgili her
türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan
onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.
Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da
karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır. Düzenlemesiyle
aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise
ispat külfeti hekim yada hastanededir. Öyle olunca, davalıların ameliyat öncesi
muhtemelen hasıl olabilecek sonuç ve komplikasyonlar hakkında hastasını
bilgilendirmeleri bir zorunluluktur. Dosyaya ibraz edilen 6.7.2009 tarihli onam
belgesinde davalı tarafın, davacıyı bu konuda bilgilendirdiği ve gerekçeli
açıklamaları yaparak uyardığı hususu ve davacının yeterli derecede aydınlatılıp
aydınlatılmadığı, operasyonun kopmlikasyonlarının bilinmesi halinde dahi bu
operasyona davacının rıza gösterip göstermeyeceği konuları dosya içeriği ile
anlaşılamamaktadır. Genel ifadelerle yan etki ve komplikasyonlardan haberdar
olduğu bildirilmiş, bu tür ameliyatın ne tür komplikasyonlar olduğu izah edilmemiştir.
Öte yandan mahkemece aldırılan 03.10.2012 tarihli Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp
İhtisas Kurulu raporunda,"...davacının,davalı Ö.. H..'nde septum
deviasyonu tanısı ile SMR ameliyatının yapıldığı, yapılan ameliyat sonrası
septum perforasyonu meydana geldiği, meydana gelen perforasyonun bu tip
ameliyatlar sırasında meydana gelebilecek komplikasyonlardan olduğu, perforasyonun
tespiti halinde hastanın bilgilendirilmesi gerektiği, ancak perforasyonun ne
zaman geliştiğinin anlaşılamadığı..." belirtilmiştir. Hükme esas alınan
Adli Tıp raporu davalı hekimin kusurlu olup olmadığının tespiti için yeterli
değildir. O halde mahkemece, davacının geçirdiği ameliyat konusunda KBB
uzmanlarının bulunduğu tıp fakültesinden seçilecek bilirkişi heyetinden
davacının burun ameliyatında, davalı hekimin kusurunun bulunup bulunmadığı ve
ameliyat sonrası kalıcı araz bulunup bulunmadığının, nedenlerini açıklayıcı,
taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak sonucuna göre
bir karar vermelidir. Davacıda oluşan perforasyonun komplikasyon olduğunun
belirlenmesi halinde aydınlatmanın yeterli olmadığı gözetilmeli ve hasıl olacak
sonuca uygun bir karar verilmelidir. Mahkemenin bu yönleri göz ardı ederek, eksik
incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurmuş olması usul ve yasaya aykırı olup,
bozmayı gerektirir. Yukarıdaki bentlerde açıklanan nedenlerle temyiz edilen
kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde
iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar
düzeltme yolu açık olmak üzere, 9.4.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.”
Yargıtay 13. HD., E.
2014/46695 K. 2016/6790 T. 7.3.2016
(Onamın dayandığı
bilgilendirme formunun kapsamının yetersiz olması)
“Somut olayda, mahkemece
...' ndan alınan 22.03.2013 tarihli raporda tonsillektomi ameliyatından sonra 4.
gün gibi geç oluşan kanamalarda kanamanın sebebinin ameliyat esnasında yapılan
işlemler olmayacağı, ameliyat sonrası ameliyat sahasında gelişen nekrozdan
dolayı kanamaların meydana geleceği, bunun da hekim tarafından öngörülemeyeceği
kanaatinin belirtildiği, yine mahkemece, ...' nden alınan 19.02.2014 tarihli raporda
da ameliyat sonrası gerçekleşen kanamaların bu tür ameliyatların %1 i ile %10 u
arasında oluşan komplikasyon niteliğinde olduğu, davalıların sorumluluğunun olmadığı
kanaati belirtilmiştir. Mevcut durumda mahkemece alınan bilirkişi raporları ile
ameliyat sonrası meydana gelen kanamaların komplikasyon niteliğinde olduğu
anlaşılmakta ise de, yukarıda anlatılan bilgiler ışığında, davalıların
komplikasyon nedeniyle sorumlu olmadığının kabulü için hastanın bu komplikasyon
sonrası yaşadığı süreç ile ilgili ayrıntılı bir şekilde bilgilendirilmiş olması
gerekmektedir. Dosya içinde bulunan 29.03.2010 tarihli "hasta onam
formu" nun "ameliyatın riskleri" başlıklı bölümün a bendinde
ameliyattan sonra ilk iki hafta içinde kanama oluşabileceği geç ortaya çıkan
kanamalarda tekrar hastaneye yatırılarak müdahale edilebileceği, ameliyat
edilebileceği ve kan kaybı nedeniyle de kan transfüzyonu gerekebileceği
hususlarının açıkça yazılmış olmasına rağmen, davacının bu komplikasyon sonrası
yoğun bakımda kalabileceği, sağ tarafını gereği gibi kullanamayabileceği, dilinin
kesilip, dişlerinin sökülebileceği hususlarının formda açıkça yazılmadığı, bu
durumda hastanın kanama sonrası yaşadığı sağlık sorunları ile ilgili yeterince
aydınlatılmadığı ve hasta onam formunun yukarıda anlatılan sözleşme hükümlerine
göre yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece bu gerekçeler göz önüne alınarak
talep edilen maddi tazminat miktarı konusunda gerekirse uzman bilirkişiden de
rapor alınmak suretiyle davacının tüm talepleri ile ilgili hasıl olacak sonuca
göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ve yanlış değerlendirme ile
davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre
davacının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, SONUÇ:
Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle hükmün davacılar yararına BOZULMASINA… 07/03/2016
gününde oybirliğiyle karar verildi.”
Yargıtay
3. Hukuk Dairesi’nin 2019/850 E., 2019/5391 K., 13.06.2019 T.
(Davacı
hasta tarafından)“bilinmesi beklenen” hususlar nedeniyle tazminattan indirim
yapılması gerekliliği ile bozma kararı)
“Somut
olayda; davacının geçirdiği rahatsızlık nedeniyle
davalı ...’nun eczanesinde
çalışan davalı ...’ın enjeksiyon
yapma yetkisi bulunmadığı
halde
davacıya hukuka
aykırı olarak
enjeksiyon işlemi
yaptığı, enjeksiyon işlemi sonucunda davacının Adli
Tıp Kurumu Genel
Kurulu Raporu’na
göre %10.1
oranında meslekte
kazanma gücünü yitirdiği ve
iyileşme süresinin 18
aya kadar uzayacağının tespit
edildiği ve
davalı ...’in haksız fiil,
davalı ...’nın adam
çalıştıranın sorumluluğu kapsamında davacıya verdikleri zararı ödemekle yükümlü oldukları
tartışmasızdır. Ancak, Borçlar Kanunu’nun 43/1. Maddesinde ve
6098 sayılı Türk Borçlar Kanun’un 51/1
maddesinde, Hakim’in
tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve
özellikle kusurun
ağırlığını göz önüne alarak
belirleyeceği açıklanmış olup,
bu yasal düzenlemenin,
hükmedilecek tazminatın
miktarının tayininde göz önünde bulundurulması gerektiği de
açıktır. O
halde, davacının 1949 doğumlu olduğu ve yaşadığı şehirde enjeksiyon
yaptırabileceği birçok sağlık kuruluşu bulunduğu halde enjeksiyon yapma yetkisi
bulunmayan eczane çalışanına enjeksiyon yaptırdığı, eczane çalışanının
enjeksiyon yapma konusunda acemiliği, tedbirsizliği ve dikkatsizliğinin
bulunabileceğini ve bunun sonucunda sakat kalma ihtimalinin çok yüksek olduğunu
davacı tarafça bilinmesi gerektiği nazara alındığında; hükmedilen tazminattan TBK.’nın 51/1 maddesi uyarınca uygun
bir miktarda hakkaniyet indirimi yapılması gerekirken, bu husus gözetilmeden eksik
inceleme ve yanılgılı
değerlendirme ile hüküm
tesisi
doğru görülmemiş, bozmayı
gerektirmiştir.”
Bu ve benzeri pek çok yargı kararının yetersiz bilirkişi raporuna istinaden hüküm kurulması sebebine dayalı bozma ilamı niteliğinde olduğu tespit edilebilir durumdadır. Ayrıca tıbbi uygulama hatasının olmadığı hallerde maddi tazminata hükmedilemeyeceği, bilgilendirmenin yetersiz ya da hiç yapılmamış olması halinde uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği, aydınlatma kapsamının yeterli ve hastanın sosyo-ekonomik durumuna, kişisel özelliklerine uygun olması gerektiği yönünde görüş birliği mevcuttur.
V. Sonuç
Hekimlik
faaliyetinin hasta yararına yönelmiş olması faaliyetin tamamen hukuka uygun
kabul edilebilmesi gerekli ama yeterli değildir. Anayasamızın Başlangıç
hükümleri dahil geneline sirayet etmiş bulunan “kişinin maddi ve manevi
varlığını geliştirme hakkı” kapsamında diğer bir hukuka uygunluk şartı olarak
hastanın bilgilendirilmesinin prosedürlere ve düzene kavuşması sağlık hizmeti
standartlarını bir üst seviyeye taşımak yanında, sağlık hakkının bir insan
hakkı olarak gelişmesine katkı sağlayacaktır.
Hekimin bilgilendirme yükümlülüğü mevzuata dayalı kapsamı çizilmiş bir faaliyeti ifade etse de somut olay özellikleri icabı yapılacak değerlendirmelerin yol açacağı sonuçlar ve dayanakları değişken olabilir. Bilgilendirme yükümlülüğü konusundaki en büyük handikap bilgilendirme olgusunun ispatında yaşanan güçlükler ve olası bir yargılamada kapsamın yeterli kabul edilip edilmeyeceği konusundaki belirsizliktir. Bu açıdan çeşitli ülke hukuk sistemlerinde olduğu gibi, rastlanması belirli bir sıklığa (%2 gibi) ulaşmamış komplikasyonlar hakkında bilgilendirme zorunluluğu olmaması yahut bilgilendirmenin zamanı gibi ek düzenlemelerle konunun kural bazında netleştirilmesi hem hastaların hem hekim ve diğer sağlık hizmet sunucularının hukuk güvenliğini temin edecek olumlu gelişmelerdir. Bu açıdan devletin, hukuk güvenliğini sağlamak için pozitif yükümlülük altında olduğu, bu yükümlülüğü sahada çalışan tıpçılar, hukukçular ve akademisyenlerle yapılacak disiplinler arası çalışmalar sayesinde yerine getirebileceğini ifade etmek gerektir.
Ehlibeyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. Ata Plaza No:100/3 Balgat 06520 Çankaya/ANKARA
bilgi@cansetyildiz.av.tr
+90 (533) 163 10 94
© Canset Yıldız Hukuk Danışmanlık . All Rights Reserved. Designed by medyANKA